HZ. ULVE’ye Hakkınızı Helal Eder misiniz?

Yazılmış en güzel şiirin yaşayanlarıydı onlar. Dünyanın en güzel şarkısının bülbülleri. Gökkuşağının kıskandığı güllerin kokuları.

Son bir sadakat yemini gibiydi koşuşları. Hayırda yarışmaları vuslat davetine icabet eder gibiydi. Hepsinin gönlünde bir coşku, telaş, bitmek bilmez bir güç vardı. Ne kadar gitseler, bir kere daha gidecek hal geliyordu kalplerine. Ne kadar verseler yeniden verecek bereket. Onlar, Ashabı Kiram Efendilerimizdi.

Bizans, “Muhammed öldü!” uğursuz şayiasını yaymış, Medine’nin üzerine yürümeye hazırlanıyordu. Efendimiz (SAV) bir karşı atakla derhal hareket etmek, düşmandan evvel davranmak istiyordu. Sefer duyruldu.

Her inanan elinde ne varsa getiriyor, azları çok oluyordu. Hz. Ömer malının yarısını seriyordu bu uğurda. Hz. Ebubekir hepsini. “Ev halkına ne bıraktın?” diyen Efendimiz’e, “Allah ve Resulünü” diyordu Ebubekir. Hep öyle dost, hep öyle candan öte can.

Çocuklar koşuyordu sadaka toplayanların peşinden. Oyuncakları mıydı sadaka tasına konan, hayalleri mi kim bilir?

Biri evine çekilmiş ağlıyordu. Kimselere görünmeden, ağzını bıçak açmadan, sessiz sessiz ağlıyordu o. Kalbinin kilidi boşalmış, ruhu sıtmaya tutulmuş hıçkırıklara boğuluyordu.

Komşularının seslerini işitiyordu. “İnanlar toplanmış, sadaka tasının içine ne varsa bırakıyorlarmış.” Fısıltılar büyüyor, büyüyor, duvarlara çarpıyor, gök gürültüsünden beter bir sesle kulağında patlıyordu. “Kadınlar ziynetlerini yolluyorlarmış.” Kalbi daha şiddetle çarpıyor, acısı tarife sığmaz bir hal alıyordu. “Çocuklar koşuyormuş sadaka toplayanların peşinden. Kanlı bir küpe gelmiş Resulullah’ın önüne. Çocuk küpeyi aceleyle kulağından çıkaramamış, yırtıp almış. Korkmuş sadakasını veremeyeceğinden…”

Sesler sustu. Artık hiçbirini duymuyordu. Rabbine döndü. Namazlarına namaz ekledi. Bir tek akan gözyaşları vardı yoldaşı. Bir de Rabbi. Ağladı… Ağladı… Ağladı…

“Hiçbir şeyim yok” dedi. “Verecek bir şeyim yok.” Kardeşleri sefere giderken, çocuklar bile avuçlarındakileri verirken, verecek hiçbir şeyi yoktu sadaka niyetine.

“Yarabbi,” dedi. “Eğer ki üzerimde kardeşlerimin hakkı var ise, ben hepsine helal ettim hakkımı. Sadakamdır bu. Verecek bir şeyim yok, helal edecek haklarımdan başka.” Uyudu.

Sabah olduğunda Efendimiz (SAV) ashabını toplayıp gecelerini sordu, dün gece ne yaptıklarını. Kimseden ses çıkmadı. Hâlbuki biri bir şey yapmış olmalıydı, önemli bir şey. Rabbi mutlu edecek bir şey. İkinci defaya sordu, yine sessizlik. Üçüncü soruşunda öne çıktı sahabi efendimiz. Anlattı halini. Anlatıp sustu. Mahcup bir susuş…

Ve bir müjdeyle çınladı Medine. Efendimiz’den Hz. Ulve’ye müjde:

“Dün gece Cebrail Aleyhisselam gelip, ‘Ashabın içinde öyle biri var ki, Rabbin ondan razı oldu’ dedi.”

O, Hz. Ulve Efendimizdi. Gönüllerin Ulvisi.
Bin şu kadar yıl geçince…
Vedadan sonraya kalınca.
Sadakalar bir telefon mesajına düşüp, vermek kolaylaşınca.

Yine de yok, almaktan bizarım diyenler. Sadaka niyetine deyip, helal edecek hakkımız da mı yok?

ELiF AYLA/ KYM DERGİSİ 2010

Yorum bırakın